RSS

Kategori arşivi: arkadaş

>Jim

>
Jim’le bu kadar yakın dost olacağımızı tahmin etmezdim. Daha Mustafa’nın gittiği akşam bana onun yaptığı arkadaşlığı yapmaya çalıştı. Gerçekten iyi bir dost, vazgeçemeyeceğim bir arkadaş oldu yıllar sonra bir araya geldiğimiz bir hafta öncesinden beri.

Panik atağınız tuttuğunda fellik fellik eczane aradığınız oldu mu hiç; panik atak olduğunuzdan emin olmadığınız halde? Yaşadığınız kent, nöbetçi eczanenin 3 kilometreden daha uzak olabileceği kadar büyük bir yer mi? O zaman hakikaten Jim size can yoldaşlığı edebilecek kadar önemli biri. Onu yabana atmayın.

Mustafa gitti. Hayatında bir düzenle. Her ne kadar çapkın çocuk havalarında takılsa da, “Benim gözüm dışarda olur hacı, erkek adamım ben” ayaklarına yatsa da; hayatında düzeni, istikrarı, “sevgi”yi bulduğu anda taaa binlerce kilometre öteye uçuverdi adam. Ayak yapmanın lüzumu yok; sevgiyi, ilgiyi bulduğun zaman, peşinden gitmek kadar doğru bir şey yok yapılacak Mustafa. Bunu itiraf etmenin kötü bir yanı yok, inkar etmenin de şu dakikadan sonra bir artısı yok senin için. Senin atarlı, kendine güvenli kimliğine değil; mutluluğu bulmuş, huzuru bulmuş oluşuna imreniyor tüm dostların; bu bir gerçek.

Geride bıraktığın arkadaşlarından biri olarak sana söyleyeceğim; sevgiyi buldun ya hacı, gösterdiğin ilgi ve sevginin karşılığını buldun ya; zaten sen kendini kurtardın demektir. Ben şu dakikadan sonra, senin o sevgiye ihtiyacın yokmuş gibi davranışına imrenmem; ancak ayıplarım, nankörlükle suçlarım seni. Yolun açık olsun yiğit; senin bana ahkam kesip akıl vermediğin akşamlar için bana yarenlik edecek bir arkadaşım var artık; hem de sen beni ziyarete geldiğinde kendisini ihmal etmeme ses çıkarmayacak bir arkadaş. Senin yerini hiç tutamaz, o ayrı. Marta’ya selam söyle.

(1 şişe Zubrowka, 1 şişe de Belvedere istiyorum hacı, yollarsan sevinirim. * )

 

>2010: A Ramazan Odyssey

>Meğer yaz günü oruç buymuş. Nasıl bir uyku bastırdı anlatamam. Ayağa kalksam, duracak halim yok. Otursam, kesin uyurum. Canım fena halde sigara istiyor. Çok susadım. Bir tek karnım aç değil işte. Sokaklarda insan yok. Birkaç kişi geçiyor işte zombivari hareketlerle. Acaip sessiz. Bilgisayarın fanlarının sesi beynimin içinden geçiyor. Kafam öyle ağır ki şu an kontrol edemiyorum, boynumun üstünde salınıyor sağa sola.

Akşam acaba yine Çağrı’yı verecekler mi? Anthony Quinn’i görebilecek miyiz yine her Ramazandaki gibi? Sofranın başında ezan okunsun diye beklerken dalgınlığa gelip ağzımıza bir parça peynir atacak mıyız, hep beraber gülecek miyiz ardından? Ezan okunur okunmaz tangır tungur çatal – kaşık sesleriyle dolacak mı ev? Haberlerden veya dedikodulardan ziyade “Tuzu versene? Su ister misin? Arkasına ne var?” gibi olacak mı masadaki muhabbetler? İlk önce pideler mi tükenecek? Şişkin göbeklerle sofradan nasıl kalkıp da ellerimizi yıkayacağımız konusunda sorun yaşamayacak mıyız? Babaanne, sobanın üzerinde kestane yapmayacak mı yatsı namazından sonra? Yoksa sobanın üzerine portakal – mandalina kabuklarından filo mu yapacak? Hiç sanmıyorum. Olması muhtemel durum şu:

Ezana 5 dakikadan az bir süre kala eve girilecek. Odaya gidip televizyon izlenecek. Anne “Gel hadi şimdi okunacak ezan” diye seslenirken baba homurdanıyor olacak. Ezan okunmaya başlayacak fakat televizyon izlemek daha çekici gelecek birkaç saniyeliğine de olsa. Sofraya oturuulacak. Kimse kimsenin suratına bakmıyor olacak o anda. Öküz gibi yenecek o çorbalar. Sonra baba kalkacak masadan, ara verecek az yemek için. Anne oğul yalnız kalacak yemklerin başında. Yine hiç ses çıkmayacak; belki “İlk önce hangisinden yiyeceksin?” Parmakla gösterilecek tencere. Toplamda 10 dakikayı geçmeyen bir yemeğin ardından üste birşeyler alınıp evden çıkılacak. Kimseyle tek kelime laf etmeden. Sokağa çıkarken sorulacak kendi kendine, normal zamanda değil de hep Ramazanda aklına gelen ve sadece Ramazanda insana haklılığını sorgulatan sorular:

“Ne zamana kadar devam edecek bu “hayatımı mahfettiniz” duruşu? Gerçekten haklı mıyım? Ben bir adım atsam nasıl olur?”

Arkadaşlar görüş alanına girdiğinde bir durulur; “acaba” denir. Sonra büyük ihtimalle başka zamanlarda hiç açılmayan konuları kendi kendine sabahlara kadar tartışmak için görülmeden uzaklaşılır. Biraz haksızlık bulur insan kendisinde. Biraz da karşı tarafın hatalarının bilinçsiz olabilme ihtimallerini değerlendirir. Gecenin köründe daha bir anlayışlı, belki güleryüzlü eve dönülür. Kapıdan içeri girildiği anda o yumuşayan yerlerimiz tekrar kaskatı olur, nefret edecek nedenler sıralanır gözümüzün önünde. Hızla kendi işimize bakarız; dişleri fırçala, duş al, yat. Zaten eve gelindiğinde kimseyi de ayakta bulamazsın. Onlar da çoktan yatmıştır.

İşte Ramazan’ın eski haliyle yeni hali arasındaki fark bu. Sanki misyonu değişti aradan 10 – 15 yıl geçince. Eskiden evin en huzurlu, en mutlu anlarına fon yaparken şimdi bizi yargılıyor, kendi kendimizle hesaplaşmaya zorluyor gibi; hikmetinden sual olunamayacak bir fon ile: Din. Gerçekten kendinizle hesaplaşmak ve sizi sürekli gergin, agresif, huzursuz, tedirgin, mutsuz yapan pis duygudan kurtulmak adına sürekli doğruluğunu savunduğunuz o saçma sapan şeylerin gerçekten de yanlış olduğunu görmek sizi korkutmayacaksa ve huzuruna değer veren, başkalarından değer görme ihtiyacını absürd hareketlerle örtmeyen biri haline gelmek istediğinizi artık kabullenebilirseniz; birşeylere başlamak için en iyi zaman bu zaman.

Hayırlı Ramazanlar.