RSS

Kategori arşivi: kadın

>Çok Farklı Mağlubiyet

>Taktik belliydi. Rakibi, kendi zayıf görünen oyun anlayışı içinde kündeye getirip kontra ataklarla gol arayacaktı. Oyuncularına son taktikleri verdi; kendi yarı sahasında top çevirecek, başarılı veya başarısız uzun toplarla çıkmaya çalışır görünüp takımın büyük kısmını geride tutacaktı. İlerideki birkaç kişiyle rakip defansı meşgul edecek, rakibin atak üstüne atak geliştirdiği anlarda uzun forvetini orta sahaya çekip kısa ve hızlı kanat oyuncularıyla gol arayacaktı. Kendinden çok emindi; rakibi çok iyi tanımasa da eski günlerinde olmadığını biliyordu. Çocuk oyuncağı olacak, istediğini alacaktı.

Takım sahaya çıktığında herkes gibi o da heyecanlıydı, uzun zaman olmuştu. Tüm seyircilerin heyecanlı ve çekişmeli olmasını beklediği bu maçı kafasında bitirmişti; çok kolay olacaktı. Takımının kullandığı santrayla birlikte top uzunca bir süre boyunca kendi takımının oyuncularının ayaklarında dolandı. Arada gerideki oyuncuları uzun toplar atıyor, rakip defanstan dönen toplar bilmem kaç pas boyunca yine kendi takımında kalıyordu. Takım top çevirerek neredeyse hiç yorulmamış, rakip ise sonuç vermeyen presin etkisiyle neredeyse bitmişti ilk yarının sonlarına doğru yaklaşılırken.

Dakikalar 35’i gösteriyordu; rakibin olgun ataklarından ilki kaleye yaklaşmıştı ama pek sonuç verecek gibi gözükmüyordu. Atılan ilk şut, kaleci için kolay olmasına rağmen garantici davranışı nedeniyle korner oldu. Rakip kanat oyuncusu korner için kenara gittiğinde kendi kanat oyuncularını da ileri yolladı. Kavisli vuruş kalecinin yumruğuyla havada süzülürken hızla ileri atıldı sağ açık, sol açık ise kafasıyla uzunca bir pas çıkardı takım arkadaşına. Son adamı geçmekte zorlanmayan sağ açık oyuncusu, kalecinin de yanından topu ağlara gönderdi; ilk yarının skoru 1-0 olarak tescil edildi.

Soyunma odasına giderken o kadar mutluydu ki, sanki ilk yarı değil maç bitmişti. Bu skor geri döndürülemezdi. Muhteşem bir savunma taktiği vardı; tüm takım savunma yapacak, bekler uzun top oynayıp açıkları besleyecek; ilerideki tek forvet de kalaye sırtı dönük olarak topu açık oyunculara paslayacaktı. Farkın açılması işten bile değildi. Rakibi ambale etmek için de oyuncu değişikliği stratejisini belirlemişti: savunmadan bir oyuncu çıkaracak ve bir kanat oyuncusu daha alacaktı oyuna. Rakibin anlayamayacağı bir taktikti bu. İlerideki tek uzun hücumcu, kendi kalecisinin attığı uzun topları arkadaşlarına indirecek karşı yarı sahadaki bir libero görevinde oynayacaktı. Üçlenen defans, kalabalıklaşan orta sahanın arkasında neredeyse tamamen işsiz kalacak, iki açık oyuncusuna artı olarak alınan üçüncü açık oyuncu orta sahanın ortasında görevlendirilip, pivot forvetin ortaya indirdiği topları alıp ileri taşıyacaktı. Böylece sağ ve soldan içeri çapraz koşular yapan kanat oyuncuları, uzun forvetin peşinde sürüklediği defans oyuncularından kurtulup boşta kalacak, fark daha da açılacaktı.

İkinci yarı rakibin santrasıyla başladı. Rakibin kendi yarı sahasında top çevirdiği ilk beş dakikaya kimse anlam veremedi. Daha sonra orta sahadan bir oyuncu çıkarıp aldığı kısa santrforla forveti ikileyince bizimkinin yüzünde gülücükler açtı. Rakip beklenen hamleyi yapmıştı. Artık gerisi kanat oyuncularının bitiriciliğiyle ilgiliydi.

Bir yanlışlık vardı işte. Kısa forvet oyuncusu ileride oynuyor olmasına rağmen topa dokunmuyordu. 3lü ve ağır defansın arasında oradan oraya koşturarak herkesi peşinden sürüklüyor; yetenekli ama Allah’tan ağır uzun forvet ise pozisyonları zamanında değerlendiremiyordu. Bizimkisi havalara girdi; yorulan beklerden birini çıkarıp yerine yedeğini aldı. Bu değişiklik bir zaruretten çok bir kendine güven gösterisiydi. Taktik saat gibi işliyor, rakip de engel olamıyordu. 70 dakika geride kalmıştı.

Dakikalar 72yi gösterirken rakip klasik bir hamle yaptı; defansın göbeğinden bir adam alıp yerine orta saha oyuncusu aldı. Çok da dikkate alınacak bir hamle değildi. Lakin baskı artmış, oyuncular da rehavete kapıldığından kalede çok fazla pozisyon verilmeye başlanmıştı. 75’te olan oldu, rakip kullandığı korner atışında golle tanıştı, beraberlik geldi. Bizimkinin içindeki özgüvenin yerini bir anda telaş aldı; kafasında emin olduğu işe yarar bir sürü taktik vardı ama hangisini seçeceğini bilemiyordu. Bir anda değişti tüm işler. Rakip forvet o kadar emindi ki galibiyetten, topu kaleden çıkarıp santraya kadar götürdü, üşenmedi.

Hakem maçı tekrar başlattı. Takım kendinde değildi, başıboş hale gelmişti bir anda. Rakibin savunmada verdiği açıkları değerlendiremiyor, tamamen rakibin kontolünde ilerleyen satranç gibi bir hale gelen oyunda figüranlıktan öteye gidemiyordu. Rakip açık veriyor gibi gibi görünse de bizimkinin verdiği anlık ve yanlış kararları değerlendirip iyiden iyiye baskı kuruyordu. İkinci gol gecikmedi böylece. Henüz birkaç dakika geçmişti ki rakip elini kolunu sallayarak ceza sahasına girdi ve ikinci golü buldu. Dağılmıştı ev sahibi. Hoca suçu kendinde bulamıyordu; taktiği yıkılmazdı, lakin rakip yenilmez bir rakipti. Yapılabilecek fazla bir şey yoktu. Farkın açılmasını önlemek için hücum oyuncusunu çıkarıp bir defans aldı. Yine de kontrol artık gitmişti bir kere. Doksan dakika dolana kadar ardı ardına geldi goller. En son tabelaya baktığında fark utanılacak boyuttaydı. Son düdük çalıp her şey bittiğinde hala eli ayağı titriyordu.

Basın mensupları dizilmişti, ilk önce ev sahibine yöneltiler soruları. Ev sahibi takımın hocasının yüzünde donuk, emin bir ifade vardı:

-“Kazanacağımızdan emindik. Zor gibi görünse de aslında oyun hep kontrolümüz altındaydı. Önümüzde daha önemli bir maç var, şu andan itibaren onu düşünüyoruz.”

Sıra bizimkine geldi. Basın mensuplarının bir kısmı salonu terketmişti bile. Bizimki ise sorulabilecek soruları düşünüyor, ne cevap vereceğini planlamaya çalışıyordu. Rakibi büyütse, kendini küçültmüş olacaktı. Bıkmıştı artık bu küçük görünen ama büyük gelen rakiplere farklı kaybedilen maçlardan. Kabul etmesi gereken ama edemediği gerçek şuydu; bu ligde işi yoktu. Farklı bir ligde daha mutlu, daha başarılı olabilirdi ama olma kistediği lig de buydu. Soru sormak için kalkan ellere boş boş bakıyor, kendisini ezen rakibe karşı söyleyecek mantıklı bir iki iğneleyici söz arıyordu ama nafile. Ve gelen ilk soru, en korktuğu soru oldu:

-“Sizce de pes etmenin vakti gelmedi mi?”

erkek olsaydın, ne demek istediğimi anlardın.

 

>İçe Dönük Bir Arayış: Kıl Dönmesi – Part VIII

>NELER OLUYOR?

Maalesef bunun başka bir tanımı yok; durduk yere insanın .mına koyan durumlar yaşadım bugün, veyahut ossuruktan nem kapma anlamında bayağı bir yol katetmişim. Dünden beri böyle; mallaşmak, moralman çökmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyorum. Boş mezar bulsa içine girer derler ya; ben aramıyorum, yolumun üstünde boş mezardan başka bir şey yok aq.

Dün akşamdan başlayayım. Uzun zamandır görülmeyen bir arkadaşla sohbet, ardından çalan telefon ve gecenin sonunda içme ihtimalinin doğması öyle bir sevinç verdi ki; böyle kız gibi, i.ne gibi kırıta kırıta falan dolaşmışım gibi hissettim. Gebze ulan burası, dikkatli olmak lazım. Sakal makal kurtarmaz insanı. Neyse işte; birini yolcu edip diğeriyle buluştuk derken araçla gelmiş Emre. Arabaya bindik, Süleyman’ı aldık, Zekeriya’yı aldık. Oh oh bir gülüşmeler (gülüşmeler) bağırışlar, yeşil yanınca hareket etmeyen arabanın şöförüne küfürler falan derken bi’şey oldu. Tam biz yolun karanlık bir yerinde giderken sol taraftan bir kedi atladı yola, geçti önümüzden, sağ taraftan devam etti ve kayboldu. Ezmedik lan ezmedik. Ama bana bi’şeyler oldu. “Ulan” dedim; “aynı belgesellerdeki gibi. Hayvan bişeyin peşinden koşuyo, şehrin ortasındayız. Yahu bu hayvan şehirde yaşamak için mi yaratılmış? Şu koşuşa bak Allah’ım” falan bende kayış koptu. Nereden baksan bi 2 saat mala bağladım. N’oluyor lan? Ne demek oluyor bu şimdi? Hayır, ara sıra olur böyle rahatsızlıklar bende ama bu derecede anlamsızını ilk defa yaşıyorum.

Neyse, içtik işte Meydan’da. Çıktım sonra ben. Çöpün başına üşüşmüş köpeklerden bahsetmeyeceğim. Yıllardır yandaki iş hanının girişinde yatıp uyuyan ana-oğul hakkında da konuşmayacağım (oğul 40’ın üstünde, anayı düşünün artık). Çöpçü gördüm. Baktım; adam 40-45 yaşlarında. Öyle bir saldırıyor ki süpürgesiyle yerlere; asfaltı aşındırdı yani o derece. Dur durak yok. Curling oynuyor mübarek. Yanında geçtim, kolay gelsin dedim. Önce “Eyvallah” dedi. Sonra “Sağolasın” dedi, arkasından bir de “Allah razı olsun abi” dedi. ABİ! Yahu kafayı yiyecem, yeni içmişiz zaten tribe soktu beni. Bilmem kaç sene önce hayal kurduğunda çöpçü olmayı mı hayal ediyordu bu adam? O kadar aşağıda hissediyor ki şu an kendini babam yaşında adam bana abi diyor. Bir yandan da asılıyor süpürgeye; normalde bir bakın şu memurlara, çöpçülere, işçilere. Kaçı şevkle, coşkuyla, canhıraş bir şekilde işini yapıyor? Hiçbiri. Adamın hayali yok, emeli yok. Emekli olmaya çalışıyor. Lakin bu adam yerleri kazıyor süpürgesiyle! Demek ki bir hedefi var adamın ama ney o ney? Delirecem! Allah’tan LigTV merakım daha ağır bastı da ligin değeriyle ilgili bişeyler yazdım, kurtuldum bilinçaltımda.

Akşam saat 5 sıraları. Bir anne ve kız girdi dükkandan içeri. “Oha” dedim ilk önce, “Lise üniformalı kızda bu bira göbeği ne arıyor?”. Anne bakışlarını kaçırıyor benden. Kız desen sağa sola her şeye atlıyor. “Aaa, anne bak bu ne şirin, bak bu ne güzel!” Anne kızını çekiştirip duruyor. “Hadi bir an evvel ne alacaksan al gidelim” diyor. Neden? Baksın işte kız! Sonra daha bir odaklanıyor insan şaşkınlığının nedenine. O nasıl bir göbek? Ve diyorsun ki kendi kendine: Kollar incecik, bacaklar incecik (illa cinsel anlamda süzmez bir erkek bir kızı); yüz desen zayıf. Bu kız hamile! Anne çekiştiriyor kolundan kızı. Kız ise direniyor Sponge Bob kalemi almak için! En fazla 6 ay sonra anne olacak o kız! Liseye gidiyor! İstediği ise Sponge Bob kalemi! Ben vereyim aq! Daha çocuk o ne isteyecekti ki! Nasıl bir yer burası? Nasıl bir ortam? Nasıl bir ülkede yaşıyoruz?

Saatler 18:34’ü gösterdiği anda bir kadın giriyor yine dükkandan içeri. Ellerinde torbalar; “Bir mendil al” diyor. Yemin ederim, gitsin diye 1TL uzattım; daha yarım saat evvel Erzurum’daki cami için yardım isteyen adama göstermediğim inceliği gösterdim. Hay vermez olaydım o ! TL’yi. Kardeşim o nasıl bir dua. Yarım saat sürdü. Bir tane kağıt mendil aldım, 1 TL para verdim; ne için bu kadar dua? Git diye aldım o mendili! Bir an evvel git diye! Bu kadar küçük düştüğümü, bu kadar or.spu çocuğu hissettiğimi hatırlamıyorum. Allah belamı versin benim; keşke içimden geldiği için alsaydım o mendili.

2 günün içine ancak bu şekilde s.çılabilir. Sonrasında gidilen Gebze Center’mış, Gönül Kahvesi’ymiş (başka bir yazının konusu) s.kimde değil şu an. Allah benim belamı versin; ben hayattan zerre kadar zevk almıyorum; bu insanlar nasıl yaşıyor? Sen ölme e mi? Kısa kestim ki rehin almayayım diye; senin derdin dert falan değil. Kendi kıymetini bilmemek bir yana; başkalarının sana gösterdiği kıymete hürmet göster bari! Canının değerini bil! Ölme sen!

Normal bir saatte uyuyamayacak mıyım?

Lanet olsun içimdeki insan sevgisine…

 

>Aq!

>
Aq kedisi öyle bir anırıyor ki evin kapısında, sanki canlı canlı pişiriyorlar hayvanı. Dayanamıyorum şu sese, hiçbir şeye dayanamıyorum zaten ama şu kedi ciyaklaması yok mu; katil eder insanı. Gitmiş mal suyun içine oturmuş titreye titreye haykırıyor. Kedisin ulan, bi kuytu bi sığınak bulamadın mı? Yok aq. Ben bulacam. Biliyor pezevenk. Gittim yine kutulardan kestim biçtim bi yuva yaptım buna. Aq, müteahhit oldum aq hayvanları yüzünden.

Evet; cinnet dolu, öfke dolu bir haftasonunda yine birlikteyiz. Bana neler olduğunu soran ve ne olduğunu bilmeden nasihat veren onlarca kişiyi kılıçtan geçirdiğim rüyalarla bezeli kesik kesik ve kısa uykucuklar; oturmadan geçen uzun saatler, bacak ağrıları ve etrafa içten veya dıştan edilen küfürlerle geçecek 48 saat. Sağa sola telaşla koşturacağım, sinirlerimi kontrol edemeyeceğim bu 48 saatte suyuma gidilmesi, reflekslerimin altında kişiye özel nedenler aranmaması önemle rica olunur; çünkü gerçekten elimden bir kaza çıkabilir uyarıyorum.

Ne olduğunu sorma bak .mına koyacam en sonunda; ben de bilmiyorum aq lan! İki sabahtır buz gibi havada üzerimde incecik sıvetşörtle (sweat shirt, he aq he), ıslak saçla çıkıyorum dışarı hasta olayım diye. Ulan zaten günde 2 paket az geliyor artık, 3e geçtim hala ciğerler şu andakinden daha da kötü olmuyor. Lan hani bronşit vardı bende? Sigaraya başladım, bronşitim geçti aq! Yürüyorum yağmurda mal gibi öyle; sağımdan bişey geçiyor çarpıyorum, kafam zaten hep önde yerde bişeyler arıyomuş gibi, ayaklar sırılsıklam olmuş su birikintilerine dalıp çıkmaktan ama lan işte bayılmıyorum ki ben! Bilmiyorum ne bu?!

Anne:
-E ama oğlum niye yemiyosun?
-E aç değilim?
-Ama sabah da bişey yemedin evladım.
-Sabah da aç değildim.
-Ama aç aç durulmaz ki öy..
-HIIAIAAAAAAA!!

Yemeyeceğim işte. Ulan bak belki de yiyecektim. Yahu bir laftan sözden anlamaz mı insan ya? Bugünkü halimi hatırlamıyorum ama yemin ederim yemek yiyip yemeyeceğim sorulduğu için aç kalmışlığım var benim ya. Lan yersem yerim işte!

Baba:
-Şu halloldu mu?
-Evet.
-Bu?
-Evet.
-O?
-Halloldu.
-Şunlar?
-(!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!) Halloldu baba.
-Öbürleri?
-EVET!
-Ne o öyle ters türs cevap vermek falan?
-HIIIAAAAIAAAAAAAAA!!!!!!!!

Bir huzur istiyorum ulan 2 saniyelik yalandan bir huzur! Tatlıymış tuzluymuş s.kimde olmaz! Beynim olmuş dusch das, azıcık rahat verin ya!

-Hayırdır canım, daldın? Ne düşünüyorsun?
Eşşeğin s.kini düşünüyorum.
-N’oldu şekerim? Moralin mi bozuk?
Evet moralim bozuk çünkü bok.
-Aaa, sinirlisin sen!
Evet sinirliyim; ananın .mından dolayı.

Göğsümün içinde 2 tane eleman var, bir meşin top bulmuşlar biryerlerden; dan dun abanıp duruyorlar içeride öyle duvarlara doğru. Ne konu biliyor ne komşu sülalesini s.ktiklerim. Sıkılıyorum, daralıyorum. LA BİLMİYORUM! Dün elimi ısırırken yakaladım kendimi, ağlayana kadar ısırmaya zorlarken kendime geldim. Nedenini anlayamadım aq, manyak mıyım ne oldum sapıttım mı? Aq, zaten bir baktım elime; pasta kalıbı gibi içeri çökmüş diş izleri. Ya tenim marşmelov mudur nedir ne s.kimse işte ondan yapılmış, ya da çenemde güç yok anasını satayım. Canım da yandı halbuki bayaa, gözlerim kurumuş olabilir. Kaç yıl oldu ağlayamadım 1 kere be aq.

Ne yapmış? Yine devirmiş hayvan oğlu hayvan. Geber. Allah belanı versin. Şimdi kutunun üstüne iki taş koydum, bunu da deviBAĞIRMA LAN! Allah Allah ya! Gir lan şunun içine!

Bahçemde skindirik küçük buz gibi ve karanlık bir kulübe var. Dün gece geç saatte orada olduğumu farkettim. Öyle yere uzanmışım yan yan yatıyorum. Saate baktım, nereden baksan 3 saattir oradayım. Ne yapıyorum? Bilmiyorum yahu, vallahi bilmiyorum. Düşündüm işte, sabahtan akşama kadar kafamda bir şeyler var; düşün düşün bitmiyor aq! Hayır, ne düşündüğümü de hatırlamıyorum. Hatırlıyorum aslında ama, her saniye değişiyor düşündüğüm. Aynı anda 10 tane şey düşünüyorum bazen, kafam almıyor lan! Bütün gün koridorda volta, bir ileri bir geri. Neden? Düşünüyorum işte. Ne düşünüyorum? Belli değil ki! Bir saniyeliğine bir şey düşünüp gülüyorum. Ondan sonra başka bir şey giriyor aklıma, üzülüyorum. Hop, iki üç saniye sonra başka bir şey daha; bu sefer telaşlanıyorum, s.kim bacağıma dolanıyor. Nasıl bir arızadır bu, nerede hata verdim ben?

-Lan kahveye gidelim mi?
-Gelmem aq!
-Lan gidelim bir yerde çay içelim?
-İstemiyorum lan skirit!
-Lan sen de bana patlıyon ha!
-Çekme o zaman pimi!

Arkadaş; yarın bütün gün ayakta olacağım. Yine telefonum her çaldığında “Aha arıyo” dediğim insan aramayacak. Yine cinnet geçirtecek muhabbetlere taraf olacağım. Yine ahkam kesikleri içinde kalıp kan kaybından öleceğim 2 gün boyunca:

-Çok içiyorsun
-Sana ne aq!
-Günde 3 paket sigara mı içilir?
-İçiyorum işte, g.tüne mi battı?
-Niye bu kadar sinirlisin?
-Niye bu kadar o.ospusun?

E davarın soyu, e be avradını s.ktiğim; nasıl devirdin o kutuyu? Boyun devrilsin puşt. Bak bir de şu ilginçliği var hayvanın; götü yırtılana kadar bağırıyor beni çağırmak için, gidiyorum yanına, ulan işte ev yaptığımı anlamışsın sana içine girmeye çalışmışsın yıkmışsın evin kolonlarını; ne lan o pıhlamalar hıslamalar? İbnenin evladı; gel beni tırmala diye mi yapıyorum ben bunu? Soğukta üşüme diye yapıyorum piç! Hala abuk sabuk sesler çıkarıyor; ulan kediler bile miyavlamıyor artık. Miyör diyor, geör diyor böyle abuk sabuk sesler. Ulan kedisi miyavlamayan memlekette yaşanır mı hay aq ya! Delirecem lan!

40 yaşıma bir şey kalmadı, topu topu 13 sene. Ben içimdeki umursar kişiliği hala öldüremedim; onu n’apcaz? Ahkam mı kesiyorum? Çok mu kafaya takıyorum? EVET! Niye mi? BİLMİYORUM AQ BİLMİYORUM!

İnsan ne ile yaşar? Huzur ile mi? Yok ki işte! Para ile mi? Ne alakası var! Saadet ile mi? O ne aq? Ambale oldu bünye; bi an mutlu, 5 an mutsuz, 8 an sinirli, x an mala bağlamış. Başkalarının mutluluğuyla mutlu olmak aptalca mı? Ne alakası var? Gebereyim o zaman aq!

Söylediklerim çok mu üzdü? E aq salağı; ya söylemediklerim? Söylediklerim beni de üzüyor bazen. Ya söyleyemediklerim? Bir düşünsene! Ben artık düşünemiyorum. Aynı anda zaten milyon tane şey düşünmeye zorlanmışım. Aynaya bakıp konuşuyorum çoğu zaman; kendimi çekemiyorum lan artık! Ne çene varmış bende be! Allah’tan görüntü fena değil! O kadar istiyorum ki birileri beni darp etsin, açık yaralar oluşsun vücudumda. Öyle bir his var ki içimde, sigarayı kolumda söndürdüğümde canım o kadar da yanmayacakmış gibi.

Neler oluyor ulan? Nereye gidiyorum ben? Ne yapıyorum? Ne bu sinir, öfke? Tahammül sınırlarına mı dayandım yoksa? Ya yarın yine arasın diye beklediğim yerine aramasın diye dua ettiğim ararsa? Delirtmeyin lan!

Bak hala ya. Allah seni nasıl biliyorsa öyle yapsın. Hala vik vik bağırıyor ya. E ben ne yapacağım? Ta bahçeye kadar inip bakacağım derdi ne diye. Aç mı kalmış, susuz mu kalmış, evi mi yıkılmış, korkmuş mu? Hey Allah’ım ya. Kim kimle uğraşır bu devirde? Şanslı pezevenk.

 

>Kıl Topağı Kusan Kız

>Sabahtan akşama kadar oradan oraya koşturup çiçeklerin belini kıran, kelebeklere pusu kuran ama kendini 2 dakika sevdirtmeyen kediyi iki büklüm hale gelmiş acı acı böğürürken yakaladım vaşak gibi uçarak geldiği balkonun köşesinde. Evet, bu da onun laneti; ne kadar aklı fikri küçük çaplı terörler yaratmak, beni delirtmek olan ve kendi de dahil hiçbir şeyi önemsemez görünüp okşanmaya hiç ihtiyacı yokmuş gibi davranan canavarı en savunmasız anında yakaladım: Topak kusarken. Günün manyaklıktan arta kalan zamanlarında kendini temizleyişinin (yalanarak) yan etkisi bu. Kaderi yani, yapacak bir şey yok. Sonra düşündüm: Ne farkı var?

Kedisi olanlar bilir; kedinin ne bok yiyeceği belli olmaz. Paçalarınıza dolanır traş makinesi sesleri çıkararak, sevgi istediğini düşünürsünüz, “pıhhhhhhh!” diye tırmalayıverir. Miyav miyav miyav beyninizi s.ker, aç diye önüne ciğeri koyarsınız; koklar koklar sonra s.ktir olup gider. Sonra ilgiye ihtiyaç duyar, sevip gıdıklarsınız, doyduğunda elinizi kolunuzu ısırıp tırmık içinde bırakır. Siz bir kedi sevme ihtiyacı hissettiğinizde (ki bu gerçekten bir ihtiyaçtır, yalan değil; inanılmaz şekilde stres alır) hiç s.kinde bile olmaz, yaklaşmaz yanınıza. Tamamen bencilliğin vücut bulmuş halidir bir kedi. İlgi odağıdır, ihtiyaç haline getirilmiştir; bundan dolayı kontrol ondadır. Boşveremezsiniz onu; büyüklük sizdedir veya seviyorsunuzdur ve bu pislik onun farkındadır. Beddua edemez, zarar görsün istemezsiniz; çünkü onun zaten bir derdi vardır sürekli karşılaştığı: Kıl topağı kusmak. İşte bu beyaz bayrağını göndere çektiği anda yaklaşabildim ancak yanına. Yine de güvenli değildi; pıhladı, huysuzlandı ama ilgiye, sevgiye en çok ihtiyacı olduğu andı o an. Elimi alnının üzerine koydum mıncıkladım biraz oradaki tüylerini, bu itti biraz istemiyormuş gibi. Sonra rahatladı, çünkü faydasını gördü çakal. Bir işkence olmaktan çıkıp huzur anına dönüştü kadir kıymet bilmez uyuz mahluk için bu kusma anı.

O da iki büklüm olur her ay belli dönemlerde, sinirden köpürür, zaten çok da sahip olmadığı anlayışlılık iyice edepsiz bir anlamayışa dönüşür. Numaradan da olsa kendi kendine yetermiş gibi davranışları, kendini yalnızlaştırmaya ve acısını tek başına yaşamaya iter; kendine yetebileceği ilüzyonuna iyice inanır o gerginlikle: Hiçbir insanın kendi kendine yetemeyeceğini o dönemde hiç anlatamazsınız. Varoluşuna lanetler okuyarak ve bu lanetlerden size de pay vererek kendi topağını kusar kız. O belki kabullenememiştir bu durumu, siz kabullendirmeye çalışırsınız ama anlayışsızlıkla, yer yer öküzlük veya hödüklükle suçlanırsınız. Solan benzi, şişen bedeni ve gerginliğini dalgaya alırsınız alışsın artık değiştiremeyeceği bu olguya diye ama o bunu tam tersi bir şekilde saldırganlık, bir aşağılama, seksist bir tavır olarak alır her zaman. Anlamaz.

Yanında olmak ister adam, kız kıl topağı kusarken; kızın bilmediği veya tatmadığı huzuru verebilmek ister ona. Ayağının altına sıcak su torbası koymak veya ağrı kesicilere abanmak yerine; nazik bir sarılmanın ve ağrısından iki büklüm olduğu karnının üzerine koyulmuş bir elin acısının dörtte üçünü dindireceğini, kalan dörtte birinin de karşılıksız bir ilgi görüyor olmanın verdiği huzurla geçeceğini ve acısını dindirmek için uzatılan bir eli kabul etmenin yenilmiş olmak ya da kozları erkeğin eline vermek olmadığını konuşarak anlatamazsınız ki. İşin kötü yanı, bunu hiç yaşamamış olan kız için ayın sadece birkaç gününde yaşanan gerginlik ve sinir; zamanla ayın, yılın, hayatın tamamına yayılır maalesef. Agresiflik bir yaşam biçimi haline gelir, kişilik olur, etrafındakileri kendinden kaçırır; artık herkes anlayışsızdır onun için. Kimsenin suçlu olmadığı bir nefret durumuyla yalnız başına kalır orta yerde. O yüzden, erkek adam pes etmez böyle kızlar için; etmemeli. Çünkü içine kapandıkça kız; etrafına gururlu, vakur, başı dik görünmeye çalıştıkça içindeki saklamaya çalıştığı pişmanlık ağlama nöbetlerine tutulmasına neden olur. Öyle nöbetler ki bunlar, ne nedeni bellidir nöbete tutulan için, ne de bu sıkıntıdan bir kurtulma yolu vardır.

Sevgi istemiyor olsa da sevin gitsin anasını satayım. İlgi istemiyorsa da gösterin ilginizi. Sevgiye en muhtaç olan kız, en az muhtaç görünen kızdır babacım. Artisttir, kırar geçirir, sizi umursamaz, varlığınıza önem bile vermez ama onun ihtiyacı olan zaten ilgi görmek istediğinde göreceğini, sevilmek istediğinde sevileceğini, karnının üzerinde bir el istediğinde bulacağını bilmektir. Karşılığını beklemeden bunları yapmak, erkek adamın şanındandır. Yapın aq.

Sonra kusması bitti bunun. Birkaç dakika daha alnını, gıdısını okşadım. Mırıl mırıl sesler çıkardı ama istifini bozmadı. Gözleri kaydı, uyuyacaktı tam, şeytan dürttü sanki; hart diye ısırdı elimi itoğluit, bir – iki de tırmıklayıp kaçtı gitti. Alışılmadık bir durum değil, normal. Hep böyle olur zaten. Bir daha ihtiyacı olduğunda yine yanına gidip aynısını yapmayacak mıyım? Erkek adamın şanındandır.

Edit: Heyecan yok, bu yazı kimse için yazılmamıştır. 7.11.2010

 

>Dişi Kriterleri

>
Şimdi; madem ki canım sıkıldı ve ne internette gezecek site ne de oynayacak oyun kaldı; birşeyler yazayım. Neden bahsedeceğim, tabii ki karı kızdan, neyden olacak! Efendim kadının hasının bence nasıl olduğu olsun bu yazıdaki konumuz. Yani bir konumuz olsun, konusuz yazamıyorum.

Efendim, ilk önce kadının neresine bakılacağından başlayalım. Ben bir kadına bakacaksam illa; ilk önce yüzüne bakarım. Yani; normalde dışarıdan görünüşün hiç bir b.ka yaramadığının uzun zamandır bilincinde bir insanım ama başıboşluktan birkaç odun arkadaşımla beraber bir dükkan vitrini önünde oturup hepberaber Abazon ormanı oluşturduğumuzda yapılabilecek pek bir etkinlik yok. Neyse, ne diyorduk: Yüzüne bakarım. Yüzü eğer güzel değilse hiç oralı bile olmam. Ta en tepeden, saçlardan başlar bakış etkinliği. Sarışınsa, orda dur. Sevmem. Neden sevmem? Kesin kolpadır, boyadır. Sarışın değilse de boyalıysa, çok belliyse boyalı olduğu onu da geçeceksin. Diyelim ki kızın saçı doğal turkuaz. Gitmiş bir de yine turkuaza boyatmış. Vallahi farkederim, istemem bir de. Doğal kızılsa ve bir de dalgalıysa saçlar, olduğum yere yığılır kalırım. Saçın biçimi önemli değil. Uzun olacak biraz; öyle oğlan çocuğu gibi olmayacak. En azından omuzların üstünden dökülmeli. Sonra gözler. Renkli göz sevmem; eğer Sibirya kurdu gibi masmavi değilse. Tercihim kopkoyu kahverengi benim. Ayrıca pörtlek (evet, pörtlek) gözlü kızların daha çekici olduğuna dair bir savım var onu da belirtmeden geçemeyeceğim. Buruna gelelim. Sivri olacak bir kere. Dik açılı olacak, oval hatları olmayacak profilden bakıldığında. Ucu karşıdan bakıldığında geniş olmayacak. Dudaklar dolgun olacak. Angelina Jolie kadar olmayacak tabi; çünkü ağız küçük olmalı. Dudakların dolgunluğu da dışa doğru olursa, çok güzel olur. Ayrıca gülümsediğinde dudakları biraz daha gerilirse yırtılılacakmış gibi olsun. Çene sivri olsun. Yüz çok hafif dolgun olmalı, elmacıklar da ağızların kulaklara vardığı bir tebessüm durumunda top top fırlamalı yanaklardan. Ve sonunda benim için iki olmazsa olmaz:

1: Burun – ağız kombinasyonu; şöyle ki, konuşurken burnu hareket edecek. Dikkatli bakıldığında inanılmaz sevimli ve çekici bir durum. Konuşurken burnu oynayan kızları sabahlara kadar dinleyebilirim. Ya da dinlemem. Ama izlerim.

2:Yüzünde bir ya da birkaç kusur olacak; şöyle ki, bir gözü olmasın veya irin dolu sivilceleri olsun demiyorum tabii ki. Mesela; çil en tatlı kusurdur benim için. Belli belirsiz olması daha da iyi olur. Ya da yine belli belirsiz bir yara izi. Kusur dişiyi sevimlileştirir, akılda kalıcı yapar. Sakın gamze demeyin; gamze bir kusur değildir, yüzdeki tüm kusurları kapatır ve farkedilemez hale getirir. Gamzeden nefret ederim o yüzden.

Baş ve kalça arasında kalan kısımda benim için çok can alıcı bir unsur yok maalesef. Göğüs ve bel çok da umurumda olmayan bölgeleridir vücudun. Büyük göğüs güzel kızlara (benim için güzel kızlara; yani yüzü güzel olanlara) yakışmaz, dikkati kendine toplar. O yüzden göğüs olmasa bile olur. Göbek ise iğrenç derecede salık ve korkunç derecede büyük olmadıktan sonra herhangi bir problem teşkil etmemelidir. Bel ise kalça genişliğine kadar kabul edilebilir bir şeydir benim için. Odun tabir edilen kalça bel eşitliği durumu aslında o kadar da odun değildir bana göre.

Kalça yanlara doğru çok fazla çıkmamalı. Eğer böyle tipik Anadolu kalçası sahibiyse bir kız, mümkün olduğunca fit bir vücudu olursa ancak o zaman kapatabilir bu durumu. Kalça, geriye doğru çıkık olmalı. Alt baldırlar ince, üst baldırlar ise dizlerin arka kısmından kalçaya kadar gittikçe kalınlaşacak şekilde yol alıyorsa, bu dehşet birşeydir; candır. Bizim “Latin” tabir ettiğimiz, Latinlerin de “Culo” tabir ettikleri bu biçim, aralarında tercihen bir fark görmediğim bembeyaz tenli bayanlarda da kopkoyu tenli bayanlarda da gayet hoş durur. Eğer dişil kişinin böyle bir özelliği yoksa, esmer tenli olmasına da gerek yoktur. Geri kalan her şekilde beyaz ten çok daha başarılıdır. Bayan denilen olgu kesinlikle ve kesinlikle dolgun, balık etli olmalıdır. Sopa gibi olmaması herkesin yararına olacaktır mutlaka.

Son olarak eski yazıtlarda makul bir erkeğin vücut ölçüleri nasıl verilmiş ona bir bakalım:

“Ayakları öküz ayağı , beli kurt beli, omuzları samur omzu, göğsü ayı göğsü gibiydi. Vücudu baştan aşağı tüylüydü. At sürüleri güder ve avlanırdı. Oğuz’un yaşadığı yerde çok büyük bir orman vardı. Bu ormanda çok büyük ve güçlü bir gergedan yaşıyordu. Bir canavar gibi olan bu gergedan at sürülerini ve insanları yiyordu. Oğuz cesur bir adamdı.”

Evet sevgili insan yavruları; hepinize saygılar sunuyorum. İyi geceler.