RSS

Kategori arşivi: halil

>Yaş 27; Yolun %67.5’i Eder

>Bir araya geldiğimizde kafasını şişirdiğim şişirdiğim insanların artık “He oğlum he” diyerek geçiştirdiği bir söylemim var; 40 yaşına kadar yaşayacağım üzerine. Herkese çok anlamsız geliyor ama evet, ben gerçekten 40 yaşıma kadar yaşayacağım. daha önce de bahsetmiştim burada, şöyle demişim:

Yıllardan beri ilerde nasıl bi hayatım olacağının hayalini kurarım. Tabii ki çok para (olmayacak değil, olacak, biliyorum), bir sürü boş zaman. Hatta plan bile yapmıştım; dünyanın üç ayrı yerinde üç tane evim olacak. Tıpatıp aynı evler. Krokisini falan çizdim. O evlerin içlerinde de aynı şeyler olacak; aynı duvarda aynı tablo, perdeler aynı, televizyonların markası aynı, hatta ve hatta bahçelerinde aynı cins köpek. Her hafta birinde kalcam evlerin. Akşam içip zurna gibi olduktan sonra sabah uyandığımda etrafıma bakıp diyeceğim ki “Acaba 3 evden hangisindeyim, hangi ülkedeyim şu an?” Hayal işte, ama ne yaparsam yapayım, 40 yaşımdan sonrasını göremedim hiç hayalimde. İşin ilginç yanı, sadece kendimi görüyorum bir de; başka kimse yok. Sürekli “Hacı ben zaten 40 yaşımı göremeyeceğim ki, o yüzden…” kalıplı cümleler kurmamın nedeni budur arkadaşlar. Günde 2 paket sigara, alkol, bi de yalnızlık; değil 40, 30’umu görsem kardayım.”

Aslında düşününce hepiniz böyle bir durumdasınız gençler. Böyle saçma sapan hayalleriniz var, belki sağda solda geyik olsun diye anlatıyorsunuz; belki de hiç konusu açılmıyor, anlatamıyorsunuz ama işte böyle hayallerle yaşanıyor. Yukarıda özetlediğim hayal aslında çok da olası bir hayal değil. Şu an beni bu hayale taşıyacak yola giriş olmak bir yana, öyle bir yolun varlığını bile görebilmiş değilim. Hayatı dayanılabilir, katlanılabilir, ertesi günü uyanılabilir kılmak için sarıldığım şey bu benim: 40 yaşıma gelmeden önce yukarıdaki gibi hayallerimden bir tanesini gerçekleştirebileceğime inanıyorum. Nasıl yapılacağını, nasıl olacağını bilmiyorum ama kendiliğinden de olsa olacak yani.

“Vay be, gün gelecek 16 yaşında olacağım!” dediğim günleri hatırlıyorum da, 16 yaşıma geldiğimde bi skim olmamıştı. 27 yaşıma geldim, bakıyorum da o sözü söylediğim güne göre bayaa bişeyler olmuş ama şimdi sorsan hala bi skim olduğu yok. Engel olunamaz bir şekilde aklımı kurcalayan dünya düzeni daha da kötüye gitmiş durumda; yaşadığım ülke doğduğum zamankinden çok daha geride (evet öyle, hangi açılardan geride olduğunu oturup günlerce tartışabilirim), tuttuğum takım bundan 11 yıl öncesinin başarısıyla övünüyor hala ve ben 27 yıldır aynı yerde yaşıyorum. O hayalini kurduğum dünyanın üç güzel köşesindeki 3 güzel ev belki de hiçkimseye nasip olmayacak ben 40 yaşıma gelene kadar; hatta büyük olasılıkla ben 40 yaşıma gelirsem günün birinde (hiç sanmıyorum) dünyanın 3 köşesinde 3 ev yerine, dünyanın herhangi bir yerinde 5 dakikalık bir huzur olacak en büyük hayalim.

Bugünün cumartesi günü olmasından mütevellit bir moral bozukluğu da olabilir bilinçaltımda, bilemiyorum; kısaca şunu farkettim bir kez daha; her yeni yaşa girildiğinde bir hayal daha imkansızlıklar nedeniyle “Hayal Bile Edilemeyecek Şeyler” dosyasına konulup arşive kaldırılıyor. Daha net bir şekilde de 40 yaş takıntımı açıklayayım, bitireceğim:

Sizin, benim, amcanızın, dayı oğlunuzun, tuttuğunuz takımın sol bekinin, Thalia’nın; herkesin hayalleri var. Şahsen benim hayallerim dünyanın her tarafında yaşamış, her yerini görmüş, huzuru bulmuş ve tanıdığı herkese huzur vermiş olmak gün geldiğinde. Bu kolay bir iş değil; enerji ve şevk gerektiren bir hedef. Soruyorum size a aq liselileri; 40’ından sonra kimde kalır bunları yapacak enerji? 40’ımdan sonra yapmak isteyip de yapamadıklarımı düşünüp bi kenarda somurtuk somurtuk domuz gibi oturacağıma; o gün geldiğimde buralarda olmasam daha iyi olmaz mı?

 

>Kafam Güzel, Hem Alkolik Oldum Hem Melankolik

>
Sanki bu hayat sadece benimmiş gibi geliyor. Sanki herkes köşeyi döndükten sonra koşa koşa sokağın diğer tarafına gidip farklı bi kostümle bir daha yanımdan geçecekmiş gibi. Benim için ayarlanmış bir hayat. Ölmeyeceğim mesela ben. Başıma hep olmasına ihtimal verilmeyen şeyler gelecek. Sabır göstermeyi kolaylaştırıyor böyle düşünmek. Belki de gerçekten öyle. Bana özel bir hayat. Matrix gibi – değil gibi. Ya da Truman Show. Çok mu film izliyorum?

Ya da belki yaşadık hepimiz, öldük. Belki de kıyamet çoktan koptu, cesetlerimiz diğer dünyaya gitti ve bir rüya olarak ömrümüzü izliyoruz şu anda. Hem bu dejavuları da açıklar. Hani rüyayı 3-4 saniyede görüyoruz da, ancak 1-2 saatte idrak ediyoruz ya, işte ara belleğe alırken beynimiz framelerin sırasını karıştırıyor, rüya saçma bi hale geliyor. İşte biz de öbür dünyadayız şu anda, yaşadığımız hayatı izledik, şimdi idrak ediyoruz. Aslında böyle düşünmek rahatsız ediyor beni, şevkini kırıyor insanın. Hiçbirşey yapasım gelmiyor. İşte, idrak durumu. Ya da sorgulama. Yıllar önce babam bende buna benzer bir 3. göz açmıştı; bahçede bi solucan gördüm, suyun içinde kıvranıp duruyor. Nasıl üzüldüm. Aldım toprağa attım hemen. Yavaş yavaş sürünerek gitti. Sonra bir akreple karşılaştım mutfakta; küçük bişey ama ben de küçüğüm. Bi karton parçasının üzerine sürükleyip bahçeye attım. Sonra babama söyledim. O da dedi ki “Afferin, böle sevap işle işte. Cennete gidersin.” O kadar üzüldüm ki. Bir daha hiç içimden gelerek bir iyilik yaptığımı hissedemeyeceğim sandım. Ben sevap olsun diye yapmadım ki onları. Yaranmak, yalakalık yapmak için yapmadım. Benim gayet içimden gelmişti, acıdım, ne olacak bunların hali dedim ve yaptım. O gün bu gündür bi iyilik yaptığım zaman kendimi kötü hissediyorum; kaypak, çıkarcı, üçkağıtçı… Ben de paso iyilik yapıyorum artık, belki bazıları kaypak hissettirmez diye.

Saçma sapan bi yazı oluyor şu anda, toparlayamayacağım öyle başladığı gibi gitsin.

Yıllardan beri ilerde nasıl bi hayatım olacağının hayalini kurarım. Tabii ki çok para (olmayacak değil, olacak, biliyorum), bir sürü boş zaman. Hatta plan bile yapmıştım; dünyanın üç ayrı yerinde üç tane evim olacak. Tıpatıp aynı evler. Krokisini falan çizdim. O evlerin içlerinde de aynı şeyler olacak; aynı duvarda aynı tablo, perdeler aynı, televizyonların markası aynı, hatta ve hatta bahçelerinde aynı cins köpek. Her hafta birinde kalcam evlerin. Akşam içip zurna gibi olduktan sonra sabah uyandığımda etrafıma bakıp diyeceğim ki “Acaba 3 evden hangisindeyim, hangi ülkedeyim şu an?” Hayal işte, ama ne yaparsam yapayım, 40 yaşımdan sonrasını göremedim hiç hayalimde. İşin ilginç yanı, sadece kendimi görüyorum bir de; başka kimse yok. Sürekli “Hacı ben zaten 40 yaşımı göremeyeceğim ki, o yüzden…” kalıplı cümleler kurmamın nedeni budur arkadaşlar. Günde 2 paket sigara, alkol, bi de yalnızlık; değil 40, 30’umu görsem kardayım.

En çok istediğim şeylerden biri de yazmaktı, bir doğru düzgün yazamadım. Kafam o kadar karışık ki, yirmi yıldır gece yattıktan ancak 2-3 saat sonra uyuyabiliyorum. Çekmecelerim, raflarım yarım kalmış hikayelerle doldu, tamamlayamıyorum. O yüzden yazma işi bir sonraki hayatıma kadar bekleyecek gibi görünüyor. Bir de müzik var tabi. Babama yalvarırdım bana bir enstrüman alsın diye hep. Duyduğum müziği bir daha unutmaz, bir şarkının içinden basları ritimleri leadleri ayırırdım kendi kafamda. Kulağım iyiydi, şevkim vardı. Ta ki babam bana “Al bak, istiyordun. Kıymetini bil” deyip Çin malı teneke bir mızıka verene kadar.

Fantastik bi evrende yaşasaydım keşke; ya da ortaçağda falan olsaydık. Para para diye g.tümüzü yırtıp lüks şeyler elde etmek için çırpınmazdık. Hayat daha zor olurdu belki, ama anlaması kolay olurdu en azından. Vahşi değilmiş ki o zaman hayat. Sadece insanların niyetlerini belli etmeme gibi bir dertleri yokmuş, hayatta kalma güdüleri geçici zevklerinden daha öndeymiş. “Bir elimde kılıç, bir elimde balta, umurumda tabii ki dünya aq” güzel bi motto…

Fantastik demişken; Terry Gilliam hayal gücüne sahip olmak isterdim şahsen. Gözlerimi kapadığımda canım hiç sıkılmazdı heralde! Her uyuduğumda ayrı bi macera. Bak o zaman yazardım onları işte, bestseller olurdu.

İstasyon olduk anasını satayım…

Yalnızım diyorum ama çok ezik oldu aslında. Acındırıyormuş gibi. Benim ortaya çıkardığım bir problem yalnızlık. İnsanlarla olan münasebetimin bir sonucu. Çok üstüme vazifeymiş gibi herkesin derdiyle uğraş dur; “Ne kadar iyi, ne kadar düşünceli bir insanım” demek için kendi kendine. (“İyi bir insan olduğunuz için dünyanın size adil davranmasını beklemek, vejeteryan olduğunuz için bir boğanın size saldırmamasını beklemek gibidir” demiş artisin biri; maalesef doğru demiş.) Sonra karşıdan bir beklenti oluşturuyor insan, ona engel olamıyorsun.Kendini değersizleştiriyormuşsun gibi geliyor. Gözünde üç kuruş değerin yok adamın; ama gidip hayatını düzene sokmaya çalışıyorsun. Abilik yapıyorsun. Kardeşim o benim artık diyorsun kendi kendine ama balondan atılan ilk ağırlık sen oluyorsun; “Nasıl olsa bi sıkıntım olduğunda kendiliğinden gelir” diye düşünüyorlar galiba. İşin bir de karşı cins boyutu var ki, Allah’ım… Nerde var bi sorunlu, güvensiz, başarısız; bana geliyor zaten. Sana ne aq? Beter olsun! Yapamıyor işte insan. Güven aşıla, gururunu okşa, şişir şişir şişir… 3 gün önce aynaya bakacak cesareti bulamayan kıza Sharon Stone muamelesi yap… Arkasını dönüp gidenlere birşey demiyorum artık, ne yapayım. Lakin o arkamdan konuşanlar yok mu… Arkamdan konuşulacak şeyleri nereden buluyorlar bir anlasam! Kötü olan kısmı o işte… Nasıl bi nam saldıysam; benimle görüşen kişi için bir imaj sorunu mu oluyorum ki? Meslek sahibi olmak fena şey, hele ki bu meslek insanların ezikliklerinin üstünü örtmek olunca kimse hayatının bir döneminde benle bağı olduğunu belli etmek istemiyor demek ki. Eziklikten kurtulmanın yolu, hayatının bir bölümünde ezik olduğunu kabul etmektir gençler, aklınızda bulunsun. Bak hala amme hizmeti yapıyorum…

Saat kaç olmuş ya…