RSS

Kategori arşivi: ilişki

>İçe Dönük Bir Arayış: Kıl Dönmesi – Part III

>MULTİDEPRESAN

Yalnızlıktan bahsedince aklınıza gelen, insana kendisini değersiz hissettiren o hiçkimse tarafından aranmama – istenmeme – hazzedilmeme durumu ise, bendeki o değil; ilk önce o yanlış anlaşılmayı düzeltelim arkadaşlar. “Geçer be hacı” ya da “Takıldığın şeye bak şekerim” çözüm sunan söylemler değil. Ben sizin gibi insanlara bile bu tür cümleler kurmuyorum. Çözümü de sizde aramıyorum zaten, akıl verdiğim insanlardan akıl alacak değilim, kaldı ki akıl falan da aramıyorum. Benden aldıklarınız sadece benim yaşadıklarımdan aldığım dersler ve etrafı biraz dikkatlice izledikten sonra herkesin varabileceği yargılar. Almaya devam edin, çünkü siz ne benim aldığım dersleri alabilirsiniz, ne de beyin fonksiyonlarınız etrafınızdakileri izleyip yorumlamaya yeter.

Yaşımın sizinkine denk, hatta çoğunuzdan küçük olması biraz zihninizi karıştırmış anlaşılan. Yirmili yaşların ortalarında olmak demek, pek çok insanın otuzundan sonra yapmak isteyeceği şeyleri yapmak istememek demek değil. Büyümek isteyen küçük adam sendromu yaşıyormuşum gibi davranmanız beni değil sizi aşağılıyor kısacası; her gün usanmadan o büyümüş de küçülmüşe soruyorsunuz ne b.k yiyeceğinizi. Hala g.tünü silmeyi öğrenemeyen çocuklarsınız. Benim çevrenizdeki varlığımı bir şans olarak görmüyor olmanız çok doğal, benden önceki hayatınızı hatırlamıyorsunuz bile artık. Hayatınızı bu kadar kolaylaştırdıktan sonra “Afferin benim yavruşuma” muamelesi görmek kanıma dokunuyor artık, bilin istedim.

Şimdi, o büyüttüğünüz minik minik problemleri ağlaya ağlaya anlattığınız küçük adamın problemini dinleyip “ay yazııııık!” veya “amaaan, geçer şekerim boşver çok düşünme” deme hakkını kendinizde nasıl gördüğünüz ayrı bir konu; pimini çekip kucağıma attığınız o sorunlar çözülmüyor mu? Çözülüyor. Peki nasıl oluyor da, beni sizin için değerli kılan hatalardan aldığım dersler iken, sizin hatalarınızdan almanız gereken dersleri sizin yerinize ben alıyorum? Mal mısınız? Aranızda gelişme gösterenler de var, hatta sürekli üzüldüğüm ve çabamın maksimumunu gösterdiğim; ders aldığı halde gereğini yapamayanlarınız ve bundan dolayı acı çekenleriniz var. Kısacası uğraşmaya değecek olanlarınız tek tük de olsa hala mevcut. Saçma sapan problemlerle kafamı s..en baskın çoğunluğa yazıyorum; daha fazla kendinizi küçültmeyin. İnanmak istemeseniz de eşşek kadar insanlarsınız. Hiç de utanmıyorsunuz. “Bidi bidi bidi, derdi de mi varmış?” biçimli tavrınız, hıyar gibi size yardımcı olmamı engellemeyecekse de o temel farkların en büyüğü olarak gördüğünüz nesil farkı; “Ben size demiştim, hayata geç kaldınız” cümlesini duyduğunuzda kulaklarınızdan kan getirecek, haberiniz olsun. Çevremde sizinkinden daha gerçek, daha acil ihtiyaçları olan insanlar var. “Abi karı bana sert yapıo, naptım ki ben?” veya “Çocuk beni iki gündür aramıyoo, niyee?” gibi sorularınızın cevabı aslında benim size uzun uzun anlattıklarımdan daha basit: Öküzsünüz de ondan.

Gelelim asıl konuya. “Baba sana hatun lazım” ya da “Şekerim yalnızsan ara madem dışarı çıkarız hep beraber” nedir ya? Bana neyin lazım olup olmadığını biliyorum çok şükür, hatun denen olgu da öyle çok atla deve değil; zira “hatun” kolaylıkla bulunan bir meta. Aradığımın “hatun” olmadığını siz de biliyorsunuz, hatta sizin aradığınız şey de “hatun” ya da “çocuk” değil ama anlamak istemiyorsunuz. Kendine küçücük saygısı olan insanın aradığı birşey olamaz hatun. Büyümüş de küçülmüş görünüşüme bulduğunuz kanıt aslında sizin hala bir dirhem yol alamamış oluşunuzun kanıtı: Bana gece aynı yatağa beraber girmek istediğiniz kişiyle nasıl iletişim kurmanız gerektiğini sormayın, koskoca insanlarsınız. Sabah aynı yatakta uyanmak istediğiniz kişiyi sorun bana eğer azıcık saygı görmek istiyorsanız benden; zira “yalnızım” dediğimde bende oluşmuş olduğunu sandığınız duyguya siz sahipsiniz. Sizinki gibi bir yalnızlığa sahip değilim çok şükür, telefonum çalıyor, gelenim gidenim var Elhamdülillah. Karşı cinsten bir objeyle bir akşam geçirmek yaşını başını almış sizler için hala bir sevinç kaynağı ama bunun yetmeyişini dile getirmek için daha çok vaktiniz var. Ben ise dile getirince Benjamin Button muamelesi görüyorsam bu sizin büyümeyi reddedişinizden; benimse bu durumun bir gerçek olduğunun ayırdına varmış oluşumdan kaynaklanıyor sadece.

Sonuç olarak; hal hatır sormak için arayın, derdiniz sıkıntınız varsa ilgilenirim ama benim size yaptığımı bana yapmaya çalışmayın, beceremiyorsunuz. Size yardım eden fikirlerimi aşağılamanız gerçekten hiç s..imde değil çünkü kendinizi benim karşımda fazla ezmemek için böyle roller kestiğiniz ortada. Kimseyi ezmek gibi bir şey de düşünmem tarafıma ters bir hareket görmediğim sürece. Yalnız, şu saçma sapan problemlerle, aynı şeylerle gelmeyin. Dünyanın en büyük derdi sizinmiş gibi kafamı ütülemeyin. Artık bana, uğraşmak istediğim, derdiyle ilgilenmek istediklerimle ilgilenmek için fırsat verin.

edit: tamam len gelin gelin. istediğiniz problemle gelin. bir de eğer bir başkasının problemiyle can-ı gönülden ilgilenmek istediğiniz halde, ilgilendiğiniz kişi bundan memnun olmuyorsa; bırakın, zorlamayın. Yani bırakabiliyorsanız bırakın. Yoksa s.ktiri yersiniz.
11.08.2010

 

>İçe Dönük Bir Arayış: Kıl Dönmesi – Part II

> EMPATİ

Mantığınız yolun en zor yokuşunda su mu kaynattı? İnsanlar etkilerinize öngördüğünüz tepkileri vermiyor mu? Planladığınız nedenler ve sonuçlar kişiden kişiye farklılık mı gösteriyor? İşte en sıkıcı yerde duruyoruz şu an. Hesaba katmadığınız şey, herkesin bir insan olduğu. Tüm insanların birer kişiliği vardır. Evet. Kişiliksiz diye tabir ettiğimiz (1 mayıs gösterilerine D&G – Tommy kombinasyonuyla gidenler \ hayali anılarından başka konuşacak hiçbir şeyi hatta ilgi alanı bile bulunmayanlar \ korkaklıklarını ve basiretsizliklerini kaderin oyunlarına ve kendisi dışındaki insanların kötülüğüne bağlayanlar vs, vs…) kimselerin bile birer kişiliği var ve hatta kişiliksizlik bile ayrı bir kişilik. E nasıl çıkacağız bu işin içinden o zaman? Hiçbir yönde karanın görünmediği bu denizde, suyun üzerinde kalmak için sarılabileceğiniz tek şey işte bu bok öbeği: Empati…

Mantık şunu gerektiriyor; birinin ayağı takıldı, yere düştü. Elinizi uzattınız kaldırmak için. O da elinizi tuttu ve ayağa kalktı. Sırtınıza dokundu “Eywallah koç” dedi, yoluna gitti. Bu mantığınızın sunduğu tek senaryo. Lakin, bir de şöyle bir durum var; birinin ayağı takıldı, yere düştü. Elinizi uzattınız kaldırmak için. Kafasını kaldırıp size baktı. “Sktrgit la ğomoğuna goyduğmun çocoğu” dedi ve menzilinin yettiği heryerinizi tekmelemeye başladı. Hiç mantıklı değil, değil mi? Ama diğer seçenek kadar olası…

Empatinin ilk olumsuz yan etkisi (bu söylediğim, anlattıklarımdan herhangi birinin olumlu bir yan etkisi olduğunu düşündürmesin), olasılıkları düşünmeye başlamak. Dışarıdan mükemmel bir insan gibi görünmeye başladığınız bu an, aynı zamanda kendi içinizde pimpirikli, mıymıntı ve yine kendiniz için dayanılmaz bir hal almaya başladığınız ana denk geliyor. Kendinizi maymundan yeni gelmiş bir erkeğin kuyruk sokumunda dönmüş bir kıl olarak hayal edin. Mantık sizi, çevrenizde uzayıp dışarı çıkmış kılların arasında dolaştırıp o kıllar arasında nasıl bir ilişki olduğunu düşünmeye zorlar, metodu ise her zaman aynıdır: iyilik yap – iyilik bul. Empati ise, bir anda 5 level atlamak gibi hissettirir, çünkü empatinin dinamikleri mantığınkinden çok farklı işler ve kendini mantık ekolünde yetiştirmiş birinin bir anda empatiye adapte olmak zorunda kalması, herhangi bir Carla Bruni’nin g.tünü tutarak koştuğu cami tuvaletinde yer taşı ile karşılaştığı anın hissiyle benzer bir durum oluşturur.

“Normalde şöyle cevap vermesi gerekiyordu, ama böyle cevap verdi. O zaman benim bilmediğim bir şey var. Bu olabilir, şu olabilir, o olabilir. Bu 3 olası durumda benim vereceğim tepkiler, …….’.. verdiği tepkiye hiç benzemez. O halde şu gibi durumlar …….’.. kaldıramadığı, soğukkanlılığını koruyamadığı durumlar. Bu gibi durumlarda soğukkanlılığını koruyamamasının neden ne olabilir acaba? Şöyle şöyle bir tecrübe yaşamış olabilir, böyle böyle bir tecrübe yaşamış olabilir, vır vır vır…”

İşte, beyninize milyonlarca olasılık doluyor bir anda. Aslında empati böyle birşey değil. Empati; kendini karşıdakinin yerine koymak, (burası çok önemli) henüz gerçekleşmemiş bir durumun karşı taraf için ne gibi olası zararlı sonuçlar doğurabileceğini hesaplamak şeklinde açıklanabilir basitçe. Genelde gerçekleşmiş olaylardan sonra insanların tepkilerinin ölçülerini değerlendirmek için de kullanılıyormuş gibi görülse de (bu olaya bu kadar tepki gösteriyorsa kesin başka bişey vardır kafasının takıldığı…) bu empati değil, olsa olsa anlayış göstermek olur. Hatta empati, çoğu zaman silik, basiretsiz, kendine güveni olmayan yani kaybeden insanların, saydığım özelliklerinden dolayı gördükleri tepkilere kendileri dışında geçerli sebepler bulmasıyla karıştırılabilir. Zaten empati yapmaya başlayan biri için hayat daha zor olacaktır, bununla birlikte “empati adı altında yaptığım ya empati değil de diğer iki seçenekten biriyse?” düşüncesi de bu durumu daha da zor hale getirecektir. Her neyse; empati sizin yapacak olduğunuz şey değilse de, yukarıda da ukalaca belirttiğim gibi mantık ekolünde yetişmiş biri için empati uygulaması ancak bu şekilde olacaktır. Anlaşmazlık yaşayan iki kişi arasındaki gerginliği ortadan kaldırmak, iki küskünü barıştırmak, hatta iki kişiyi birleştirmek ve aralarını yapmak gibi konularda ne kadar başarılı olacağınızı bir düşünmeye başlayın. Yazının ilk kısmındaki gibi; önce düşünmek, sonra mantık, en sonunda da empati. Bu sıralama, sizi de beni yükselttiğiniz mertebeye getirecek; telefonunuzun susmamasına, aynı anda pek çok kişi tarafından farklı yerlere çağırılmaya, gittiğiniz her yerde bilginize danışılmasına, sürekli konuşmaya alışmanız gerekecek.

Bravo, başkaları için mükemmel bir insan oldunuz. Keşke olmasaydınız; çünkü amacınız kendi sorunlarınızı çözebilir hale gelmek, popüler olmak, beğenilmek ve “o kişi”nin ilgisini çekmekti ama, “o kişi” sizi görmesini istediğinizden çok farklı bir yerde görüyor artık…

Bundan daha kötüsü yok gibi mi görünüyor?

Yanlış görünüyor o zaman…

Şimdi de terzinin kendi pantolonunu dikmeye çalıştığı yerdeyiz. Ölçümüzü alacak kimse yok ne yazık ki. Efendim, daha önce de dediğimiz gibi; gerekli adımları attınız, gözleme ve mantığa dayalı araştırma biçiminizi geliştirdiniz, kendinizi başkasının gözünden görme yeteneğini kazandınız ve hatta bir başkasını bir başkasının gözünden görebilecek kadar ilerlettiniz kendinizi. Göz gözü görmüyor vallahi. Kendi kendinize böbürlenip duruyorsunuz; “Ben bu sorunu hallederim.” Peki ya bu sorun kendi sorununuzsa?

Aslında kendi sorunlarınızı çözebilme yeteneğine erişmek için girdiğiniz yol, problemlerinizin daha da derinleşmesine neden oldu. Evet, başkasına ait sorunlara çözüm bulmak o kadar kolay ki; şunu yap diyorsunuz bitiyor. Peki sizin içinizdeki mantık, garanticilik, risk almazlık buna izin veriyor mu? Kısaca G.tünüz yiyor mu başkalarına verdiğiniz öğütlere uymaya? Ya… İşte; bir insanın kendini bulabileceği en kötü yer burası: umutsuzluk ve yalnızlık. Öyle bir yalnızlık ki; onlarca, yüzlerce insanın arasında. Herkesin problemlerini çözdünüz ve puffff diye yokolup gitti çevrenizdekiler ve siz tüm bunları O’nun gönlünü kazanmak için yaptınız ama işte herkesle olduğunuz gibi onunla da artık kankasınız. O da herkes gibi bir sonraki derdine kadar esen kalacak.

Neyse, ben diyorum ya hani sizinle uğraşamam diye; uğraşırım uğraşırım. İşim mi var sanki aq? Bari telefonum çalsın azıcık.

 

>İçe Dönük Bir Arayış: Kıl Dönmesi – Part I

>
DÖNMÜŞ BİR KILDAN ÖĞÜTLER

Neden insanların aklında böyle bir yer edindim bilmiyorum ama, artık daha fazla dayanamayacağım:

Ben bir ilişki uzmanı değilim.

30-35 yaşında insanların ilişkilerini düzeltmekten, hangi kıza ne demesi gerektiğini soran adamlardan, kendilerine bişeyler anlatan adamların niyetlerinin ne olduğunu soran dişilerden başımı alamamak bana haz vermiyor. Ben sizin yaşadığınız o saçma sapan şeylerden hiç yaşamadım; daha usturuplularını yaşadığımı da pek söyleyemeyeceğim. Aslına bakarsanız, tüm sorunlarınızı çözen kişi, sizin yaşadıklarınızın onda birini bile yaşamamış biri ve maalesef sorunlarınızın kaynağı yaşamış olmak.

Şimdi, siz problemlerinizin çözüme ulaşmasından mutluluk duyuyor olabilirsiniz, amma velakin ben sizin yaptıklarınızla dolup taşıyorum ve siz bana patlarken benim patlayacak bir yerimin olmaması beni şişim şişim şişiriyor. Ben sizin angutluk tarikatınızın seyhi olamam. Söylediklerimden sizi aşağılıyormuşum gibi bir anlam çıkarmanız daha da net bir angutluk alameti olur; çünkü sizin anlatıp anlatıp içinden çıkamadığınız o şeyleri ben de yapmak istiyorum. Keşke o angutluk tarikatında şeyh değil de, en aşağılık mürit olsaydım. Hatta ve hatta sizden daha angutum, çünkü ben 2 yaşımdan bu yana iliklerime işleyen 2 ağır hastalıkla yaşayan ve bu hastalıklara hiç bir tedavi uygulamayan bir insanım: Empati ve düşünme.

Şimdi; problemlerinizin çözümünü kendiniz bulmak mı istiyorsunuz? O zaman çok tehlikeli bir eşikten geçmeniz gerekiyor.Sizler vücudun herhangi bir yerindeki bir kılsınız ve içgüdüsel olarak deride gördüğünüz deliklerden dışarı fırlayıveriyorsunuz. O deliği görmüyorsunuz bile, çünkü sizin için o bir refleks, bir içgüdü; işte ilk eşik bu. Aynı; rüyanın en ipe sapa gelmez yerinde “Lan, sakın bu bi rüya olmasın?” deyip de uyanıklığa geçişiniz var ya; aynı bilinçle diyeceksiniz ki “Lan, ben bu deliğe niye giriyorum? Niye derinin üzerine çıkıyorum? Başka bir yol yok mu gidebileceğim?”. Kısacası babanızın akıllı evladı oluyorsunuz; sorgulayıcılığın, septisizmin kollarına bırakıyorsunuz kendinizi. Burası düşünmeye başladığınız yer. En kötü yan etkisi ise her şeye dışarıdan bakma hastalığı. Saatin kaçı gösterdiğini görmek size yetmiyor artık, saatin; zembereklerden, dişlilerden ve somunlardan oluşan mekanik bir aletin nasıl oluyor da zamanı gösterebildiğini sorgular hale geliyorsunuz. Yeni düşünce biçiminiz sizi kasaba halkının arasına karışmadan önce yüksek bir tepeye çıkıp kasabayı izlemeye zorluyor. Başlıyorsunuz derinin altında yeni bir yol aramaya. Hayata başlamanızı geciktiriyor her adımınız. Başkalarının tecrübelerini gözlemliyor, sebep-sonuçlar, iki kere iki dört ederler üretiyorsunuz çeşit çeşit kişiliklere. Lanet olsun, işe de yarıyor. Tam da burada diğer bir yan etkiyle karşılaşıyorsunuz: Mantık.

Mantık, gündelik hayattaki somut edinimleri sağlamak için kullandığımız bir hareket sistemi aslında; parayı verirsin – sigarayı alırsın \ iyi orta – gol getirir \ su içersin – susuzluğun azalır… Mantık, kişiden kişiye değişmeyecek sabitler için kullanıldığında kazanç ve huzur sağlar, ama biz derinin altında kalarak ukalalığımızı yaptık bir kere. Mantığı niçin insan ilişkileri için kullanmayalım ki?

Çok büyük bir hata…

İyilik yap – iyilik bul \ sev – sevil \ iltifat et – versin … İşte bu da ilk sıçtığımız an. Bir anda umutsuzluk, geç kalmış olmanın farkına varış, treni kaçırma korkusu, başarısızlığın yıkımı… Burada ömrünüzün sonuna kadar size eşlik edecek bir yoldaş ediniyorsunuz işte: Güven bunalımı. Bu dakikadan itibaren zaten etraflıca düşünerek oluşturduğunuz her şeyin üzerinden tekrar geçmek, en ufak risk taşıyan kısmı bile tamamen risksiz alternatifleriyle değiştirmek (ki bu sizin hayatınızı tuzsuz yağsız bir porsiyon bulgur lapasına çevirecek) düsturunuz olacak ve buna rağmen uygulamaya koyduğunuz her işlemin sonunu tedirginlikle bekleyeceksiniz.

Sıkıntı verici bir durum. Ama hala en sıkıcı kısmı gelmedi.